Kahve Şöleni - Balkanların süt üçlüsü

 Üç farklı süt çeşidini bir araya getiren, son dönemin popüler tatlısı trileçenin tadına bakmış olduğunuzu tahmin ediyorum.Türkiye’de Balkan kökenli olarak tanınan tatlının geçmişine baktığımızda, çıkış noktasının Güney Amerika’ya hatta Ortaçağ Avrupası’na uzandığını öğreniyoruz. Kekin üzerine şerbet dökülerek ıslatılması ile oluşturulan tatlıar Ortaçağ Avrupası’nda görülüyor. Bu tür tarifler 19. yüzyılda, Amerika ile Avrupa arasında yaşanan kültürlerarası değişimin etkisi ile Meksika’ya ulaşıyor. 1930’larda Arjantin, Şili, Küba, Meksika ve Venezuela’da popüler olan ıslak kekler, trileçenin ataları olarak değerlendiriliyor. Türkiye’nin son birkaç yıldır denemeye başladığı trileçe, 85 yıl önce Latin Amerika ülkelerinin ağzını tatlandırıyor. İspanyolca’daki “tres” ile “leches” sözcükleri “üç” ve “süt” anlamlarını taşıyor. 

Zozo Meze ve Balık - Bozkırın meze vahası

Deniz kenarı kentlerde; büyük tabelaları olmayan, önünden defalarca geçmenize rağmen içeri girmedikçe fark edemediğiniz küçük meze mekanları vardır.  “Herkes” yerine “müdavimler” ve onların çevresine hitap etmeyi seçen bu adreslerde; hızla koşturan garsonlar, çeşitliliği vitrinlere sığmayan mezeler bulmanız güç olabilir. Fakat tavsiyelere uyup, size önerilenlerin tadına baktığınızda, keyifli bir meze deneyimi yaşama olasılığınız çok yüksektir. Bu hafta, “denizel etki” dışında, sahile yakın meze mekanlarının karakteristik özelliklerini Ankara’ya taşıyabilen bir adresi ziyaret ettim. Sarmaşıklarla gizlenen bu mekanı, önünden geçerken keşfetmeniz bir hayli zor. Öyle büyük ışıklı panoları yok. Kapıyı araladığınızda su kabağından avizelerle aydınlanan loş bir ortam, taş duvarlar ve pencerelerin önünde dizili onlarca saksı ile karşılaşıyorsunuz. Fonda çalan Yunan müzikleri, içeri girdiğinizde Ankara’nın kasvetli ortamından uzaklaştırıyor. Deniz kenarında olmamanıza karşın ortam ve mezeler, sizi “öyleymiş” gibi hissetmeye zorluyor. Bu yönleriyle mekan için “bozkırın meze vahası” diyebiliyorsunuz. 

Perocchi - Üç asırdır paylaşılamayan creme brulee

Yemeğe başlamadan önce bitişteki tatlıyı düşünmeye başlayanlardansanız, “hafif” bir önerim var. Önce, üzerinde sert bir karamel tabakası oluşturulan, tatlı “creme brulee”nin geçmişine uzanalım. İlk creme brulee tarifine, 1691’de François Massialot tarafından Paris’te yayınlanan yemek kitabında rastlanıyor. 1800’lerde İngilizce’ye “yanmış krema” şeklinde çevrilen tatlı aynı dönemde Britanya topraklarında “Trinity Cream” ve “Cambridge burnt cream” isimleriyle boy gösteriyor. Katalanlar’ın “crema catalana” ismini verdiği başka bir tür ise Hristiyanların dini bayram ikramıyken günümüzde her daim tüketilen bir tatlıya dönüşüyor. Creme brulee adıyla tanıdığımız yaklaşık 3 asırlık lezzetin Fransız mı, İngiliz mi, yoksa Katalan mı olduğu hala tartışmalı bir konu. 

Karaca Kardeşler Balık Evi - Fındık yağında tava balığı

Bilim insanlarının Latince isimler ile andıkları deniz ürünleri, halk ağzında az bilinen adlara sahip olabiliyor. Örneğin istavritin; derin sularda yaşayan, iri kafalı, büyük gözlü türüne “yandaroz” deniyor. Bu bilgiyi Google’da arattığınızda sadece “1” sonuç çıkıyor. Aynı balık türündeki birkaç santimetrelik farklar dahi isim değişikliğine neden olabiliyor. Kare bulmacaların popüler yanıtlarından biri olan “kıraça” sözcüğü, 10 santimetreden küçük istavritleri tanımlamak için kullanılıyor. Mezgitin iri hali olarak bilinen kılçıksız, filetosunun tadı ile tavuk etini andıran balığa ise “bakalorya” deniyor. Balık tezgahlarında “bako” şeklinde kısaltılıyor. Türk sularında nesli hızla tükenen iri lüfere verilen isim ise “kofana” oluyor. Bozkır olmasına karşın, tüm denizlerin orta noktasındaki Ankara, balık için birçok alternatife sahip. Bu hafta, yemeğin meze boyutundan uzak kalıp, sadece balık tüketmek isteyenleri mutlu edecek bir mekanı ziyaret ettim.

Dönerci Ali Efendi - Döner üstü tandır ekmeği

Bir zamanlar Anadolu köylerindeki tüm evlerde bulunan tandırların sayısı giderek azalıyor. Çevresi kerpiçle örülerek oluşturulan, yaklaşık bir metrelik çukur tandırlarda yakılan ateş, ısınma ihtiyacını karşıladığı gibi lezzetli yiyecekler pişirilmesine olanak tanıyor. İncecik açılan hamurun, sıcak kerpiç duvara yapıştırılarak pişirilmesi ile üretilen tandır ekmeğini, köy yaşamıyla bir şekilde temas etmiş olanlar hatırlayacaktır. Anında göz göz kabarmaya başlayan hamur, saniyeler içinde lezzetli bir ekmeğe dönüşüyor. Böyle işlevsel bir mutfak yapısının köy yaşamından yavaş yavaş kopması üzüntü veriyor. Fakat metropol kentlerdeki bazı mekanlar, tandır geleneğini modern yaşama taşıyarak, geleneksel ekmek hasretine çare olabiliyor. Bu hafta, kırmızı et ağırlıklı menüsünü, gerçek tandır ekmeği ile zenginleştiren bir mekanı ziyaret ettim.

Burger Break - Hamburgerin göç yolu

Hızlı yemek kültürünün popüler unsurlarından biri olan hamburger, en basit haliyle yuvarlak formdaki bir ekmeğin arasına köfte eklenmesi ile oluşuyor. Etin kalitesi ve köftedeki baharat karışımı ile lezzet karakteri oluşan hamburger, farklı sos kombinasyonları ile çeşitli damak tadlarına hitap eder hale geliyor. Bu anlatımla çok basit görünse de hamburgerin tarihteki izini sürdüğümüzde Orta Çağ Avrupası’na kadar geri gidebiliyoruz. Yemek kitapları, kıymanın orta çağ kasapları tarafından ekonomik kaygılarla geliştirildiğini, bu dönemde büyük parça etlerin sadece üst sınıfa hitap edebildiğini kaydediyor. 17. yüzyılda ticaret amacıyla Hamburg Limanı’na gelip giden Ruslar, bugün Fransız mutfağında “steak tartare” olarak anılan ve “çiğ köfte malzemesi” şeklinde tanımlayabileceğimiz tarifi Almanya’ya taşıyor.

De'art Kültür Sanat Kulübü - Mezeli galeri

Dostlarla bir araya gelip, meze muhabbeti yapmak için yüksek sesli müzikle inleyen adresler yerine; sakin, sohbetin gürültü ile bölünmediği mekanları tercih edenlerdenim. Geçtiğimiz günlerde Mebusevleri Şerefli Sokak’ta açılan De’art Kültür ve Sanat Kulübü’ne gerçekleştirdiğim ziyarette, aradığım sakinliğin farklı bir konseptle sunulmaya başladığını gördüm. Sanat galerisi ile restoranı iki katlı, yeşil bahçeli sevimli bir binada buluşturan mekan, birkaç masalık alanı ile kentin stresinden uzaklaştıran bir alana dönüştürülmüş.

Namlı Gurme'de çeşit zengini kahvaltı sofrası

 Çeşit bolluğu arasında yaptığınız hafta sonu kahvaltısını, geç saate bırakıp bir uzun bir zaman dilimine yaydığınızda, günü tek öğünle kapatmanız olasıdır. Temeli; peynir ve zeytinle atılan kahvaltıda çeşitlik, konuğu olduğunuz mekanın menü genişliği ile doğru orantılıdır. Açık büfede ihtiyaç dışı tüketimi, serpmede de porsiyon büyüklüğünü dert edenler orta yolu bulmakta zorlanabilir. Geçmişte Ankara’da pek bulunamayan ‘seç-beğen-al’ kahvaltı alışkanlığı, İstanbul’dan transfer olan mekanlarla Başkent’te de görülmeye başlandı. Geniş şarküteri reyonlarına dizilen porsiyon kahvaltılık ürünlerden dilediğinizi seçip, kendi kahvaltı sofrasınızın masanıza servis edilmesini sağlayabiliyorsunuz. Bu hafta, hava sıcaklığının değişken seyrettiği günlerde, açık havada risk almak istemeyen kahvaltıseverlerin ilgisini çekebilecek Başkent’in mekan envanterine birkaç ay önce eklenen yeni bir adresi ziyaret ettim.

Üstü meze altı kebap

Ümitköy’de 2494/3 Sokak’ta yaklaşık bir ay önce açılan Meze Meze, iki ayrı katta, iki ayrı menü ile hizmet veriyor. Mekanın katları, Adana’nın ocakbaşı kültürü ve Ege mezelerini aynı adreste buluşturuyor. Giriş kattaki ocakbaşında vakit geçirmeyi tercih ettiğinizde; çoban salata, nar ekşili ezme, maydanoz, sumaklı soğan, roka, cacık, yeşil turp ve kırmızı toz biberden oluşan küverle yemeğe başlıyorsunuz. Siz, sıcak balon lavaş eşliğinde açlığınızı bastırırken, Adana yöresinin kebapları kömür ateşinin üzerinde dumanlanmaya başlıyor.

JW Steakhouse - Üç asrı deviren ‘steak’ kültürü

Kırmızı et severlerin ‘kontrolü kaybettiği’ mekanları sıralasak, steakhouse formatlı işletmeler hiç zorlanmadan ilk sıraya oynayabilir. Etin “pür” halini olabildiğince korumaya odaklanan steakhouse şefleri, mühürleme yöntemini kullanıyor. Yüzlerce derece sıcaklıktaki ızgaranın üzerine atılan etin üst tabakası, hızlı ateşten dolayı sert bir tabakaya dönüşüyor. Böylece etin dış bölümünün sıvı geçirgenliği sona eriyor. İç kısımdaki sulu bölüm, buharlaşarak kendi kendini pişiriyor. Dış yüzeyi koyu kahve tonlarını yakalayan et, kesildiğinde iştah kabartan pembe bir kesit sunuyor. Steakhouse menüleri de bazı özellikleri ile diğer restoranlardan ayrılıyor. Sipariş sürecinde, Türklerin çok da alışkın olmadığı bir ölçek kullanılıyor.

Miso Meyhane'de meze muhabbeti

Dışarıda buluşup, bir şeyler içmek isteyen dostlar, aktivitelerine lezzet katmak istediklerinde genellikle meze mekanlarını tercih eder. Yoğurtlu, zeytinyağlı, sebzeli ve deniz mahsullü küçük tabaklarla kaplanan masa, muhabbete renk katar. Hele bir de gidilen mekan; ahşap sandalyaler, duvarlardaki tarihi objeler, loş ışık ve düşük sesli nostaljik müziğe sahipse dost buluşması, hiç bitmemesi istenen bir geceye dönüşebilir. Böyle etkinliklerde tercihim, samimiyetin kaybolmaması için küçük mekanlarda, köşe masalardan yana olur. Bu hafta, yukarıda bahsettiğim özellikleri büyük ölçüde karşılayan, ana yemeksiz menüsü ile mezele ve ara sıcaklara odaklanan bir mekanı ziyaret ettim.

Cızlak - Kızgın sac üstünde Anadolu krebi

“Un, süt ve yumurtanın çırpılması ile oluşturulan karışımı, sıcak sac üzerine yayarak döktüğünüzde ortaya ne çıkar?” diye sorsam, İstanbul kökenliler “krep”, İç Anadolulular “cızlak”, Trakyalılar ise “akıtma” yanıtını verir. Özellikle günün ilk öğününe keyif katan bu yiyecek, dünya açılımını Fransa üzerinden yaptığı için büyük oranda “krep” ismiyle tanınıyor. İç Anadolu ise akışkan hamurun sıcak sacla temas ettiği anda çıkardığı sesi esas alarak, krebi, “cızlak” adı ile anıyor. Kahvaltının başlangıç ve kapanış safhalarına kolaylıkla eşlik edebilen krep, içine peynir eklediğinizde açlık bastırıyor, fındık kreması sürüldüğünde ise ağız tatlandırıyor. Nötr bir tada sahip olan krebi hangi içerikle zenginleştireceğiniz, damak tadı ve hayal gücünüze kalıyor. Krebin dünyaya açılımını sağlayan Fransızlar, bu yiyeceği sadece sabahları tüketmiyor. Paris sokaklarında bolca rastalanılabilen krep dükkanları, günün her saatinde hizmet veriyor. Yunanlar ise krepçilere, yoğun içecek tükettikleri gecelerin sonunda uğruyor. Türkiye’da ise dünya lezzetlerini sunan birçok restoran menüsünde krebe yer veriyor. Fakat Fransa’daki gibi menünün krepten ibaret olduğu mekanlar yeni yeni ortaya çıkmaya başladı.

Sarnıç Gurme - Beyti kebap güvece girdi

Nasıl hazırlanıp, servis edilmesi gerektiği konusunda tartışmaların henüz son bulmadığı kebap türlerinden biridir beyti... Bildiğim kadarıyla yapacağım sınıflamaya da itiraz edenler çıkacaktır ama genel hatlarıyla, kuzu etininin zırhla çekilmesi sonucu oluşan kıymanın, fıstık eklenerek, şişe dizilmesi ile ateşin karşısına çıkmaya hazır hale gelir. Beyti karışımına sarımsak katılıp, katılmayacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Sarımsaklısının daha lezzetli olduğunun belirtmek gerekir. Beytinin sunumu konusunda da mutabakat sağlamak zordur. Günümüzde lavaşın içine sarılıp, kesilerek üzerine salçalı sos dökülen kebap aslında “sarma beyti” olanıdır. Ancak bu soslu çeşidin menülerde sadece “beyti” adıyla anılması, kebabın orjinal halinin bilinirliğini azaltıyor. Has “beyti”, Adana kebap gibi lavaşa sarılmadan, üzerine sos dökülmeden, şişten alındığı haliyle servis edilir. “Sarma beyti” adıyla anılan sunum biçiminde ise lavaşa sarılan kebaplar kesilir. Üzerine tereyağ katkılı salçalı sos dökülerek, yoğurt ve bulgur pilavı ile sunulur. Bu hafta ziyaret ettiğim mekanda ise beyti kebabı daha önce karşılaşmadığım bir sunum ile deneme fırsatı buldum.

Müslüm Usta'da kömür ateşinin kebap dörtlüsü

Sinirsiz yapısıyla, koyunun omurgası boyunca uzanan yaklaşık 15 santimetre uzunluğundaki et parçasıdır küşleme... Yumuşacık kıvamı ile tadına doyum olmaz. Usta ellerde gerçekleşen hazırlığın ardından kendini mangal üzerinde bulan küşlemenin en başarılı örneklerinin tadına, Gaziantep’teki muhtelif mekanlarda bakılabilir. Akşam saatlerinde uğradığınız popüler bir küşlemecide ikinci porsiyonu istemeniz durumunda ret yanıtı almanız olasıdır. Keza standart bir porsiyon et, bir kuzudan elde edilir. Bu yönüyle bulunması güç olan küşlemeyi, herkesin yiyebilmesi için Antepli ustalar, yoğun saatlerde müşterilerine “kota” uygulamak zorunda kalır. Kuzu etine mesafeli yaklaşan bünyeleri dahi yoldan çıkarabilecek bir lezzettir küşleme... Tabii Ankara’dan Gaziantep’e gidip, küşleme ziyafeti çekebilmek her an mümkün olmuyor. Başkent’teki kebapçılar arasına geçtiğimiz aylarda katılan bir mekan, küşleme ile birlikte sunduğu birkaç çeşit kebap ile bu sorunu çözüyor.

Ganita Bahçe - Karadeniz kıyısından Harran Ovası’na

Trabzon şehir merkezinde vakit geçirmek için en keyifli bölgelerden biridir Ganita... Kalabalık ve gürültüden uzakta kalmak isteyenler için kentin göbeğinde sakin bir vahadır. Rumca’da “güzel mekan” anlamına gelen “Kanita” sözcüğü zaman içerisinde “Ganita”ya dönüşüp, bölgeyi isimlendirir. Ganita’yı sık ziyaret edenlerden, bu bölgedeki mekanlarda yaşanan ilginç Karadeniz öykülerini dinleyebilirsiniz. Örneğin çayınızın yanında gelen çift şekerin birine ihtiyaç duymadığınızı söylediğinizde garson size “Hangisini alayım?” sorusunu yöneltebilir. Trabzon’a gidildiğinde, hırçın dalgaların kayaları dövdüğü huzur dolu Ganita’da, Karadeniz’in mizahi yönünü deneyimleyip, tebessüm edebilmek mümkündür. Bir dönem yurdun dört bir yanını saran kolbastı fırtınasına yakalananlar, Ganita’yı bu parçanın sözlerinden de hatırlayacaktır. 

İncek Sofrası'nda kış mangalı

Yemeği lezzetli hale getiren şey, bazen pişirme yöntemi olabilir. Süt kuzunun hafif yağlı pirzolası ya da tavuğun soslu kanadı, üzerinde bulunduğu ateşe göre tadını değiştirebilir. Et severlere “hangi pişirme yöntemi” diye sorsak, büyük bölümünden “mangal” yanıtını alacağımızdan eminim.
Yaz aylarında piknik alanlarından yükselen dumanlar kısa sürede kaybolup, gitse de mangal süreci ciddi uğraş ve meziyet gerektirir. Ustası tarafından kolayca köz haline getirilebilen mangal kömürü, amatörü bir anda “dalga” konusu yapabilir. Mangalı ateşleme görevini üstlenen “şanslı” kişi, ilk andan itibaren aç bekleyen piknik ekibinden gelen psikolojik baskıyı hissetmeye başlar. Ahalinin oturduğu yerden yapmaya başladığı yorumlar, “Ya yakamazsam” stresini körükler. Çıra ve kömürlerin titizlikle dizilmesinin ardından ateşe verilen mangalı oturup, izlemek olmaz. Alevlerin devamlılığını sağlamak için hava akımına ihtiyaç vardır. Kimi olayı seyyar bir baca ile çözmeye çalışırken, kimi de sert bir cisimle yelleme derdine düşer. Ellerin su toplaması işten bile değildir.

Mudo Cafe Panora - İsviçre’de kabak molası

Yeşile kaçan gri renkli kabuğu kesildiğinde turuncu bir sürpriz yapan balkabağının, midesine düşkün bünyelerde yapacağı ilk çağrışım, “tatlı” olur. Vakt-i zamanında sobalı evde yaşamış olanlar, kabak tatlısının yapıldığı gecelerde çekirdeklerinin de keyifle çitlendiğini hatırlayacaktır. Türk sofralarında yemeğin kapanışına konuk olan kabak, İsviçre mutfağında daha çok başlangıç ya da ana yemek fasıllarında tüketiliyor. Sofradaki sıranın haricinde İsviçrelilerin, kabağı şekerle buluşturma yöntemleri de farklı... Dünyada peynir ve çikolataları ile tanınıyor olmasına karşın, ülkenin tarımla uğraşılan bölgelerinde kabak yetiştiriciliği hatrı sayılır bir öneme sahip. Geçtiğimiz yıl Zürih Kantonu’nda yaşayan Beni Meier adlı çiftçi, 935,5 kilograma ulaşan dünyanın en büyük kabağını üretti. Yemek kültürleri ile isim yapan İtalya ve Fransa’nın komşusu olan İsviçre, mutfağı ile ön plana çıkmamış olsa da denenmeye değer tatlara sahip. Bu hafta İsviçre yemeklerinden bazı örnekleri Başkent’e taşıyan bir mekanı ziyaret ettim.

Ankara Yelken Kulübü'nde dağ manzaralı ‘sahil’ keyfi

“Denizden babam çıksa yerim” sözü, Akdenizlilerin beslenme tarzını yansıtır. Bu iddialı deyiş, kıyı insanları ile karasal bölgelerde yaşayanlar arasında her daim laf dalaşına sebep olabilir. Deniz mahsullerine karşı mesafeli duran bozkır sakini, hazırlama ve yemesi zahmetli olan balığa karşı doğuştan edindiği önyargıyı kolay kolay kıramaz. Ankara ve Ankaralılar, bu bahsettiğim duruşu büyük oranda geride bırakmış İç Anadolu şehirlerinin başında geliyor. Başkent’te deniz mahsullerinin tüketimi; köşe başı balıkçılarından, lüks balık restonlarına kadar geniş bir yelpaze oluşturuyor. Çeşitliliğin sınırlarını çizebilmek çok zor... Protein deposu deniz ürünleri, mutfaktaki şefin hayal gücünü zorlayabildiği oranda keyifli bir öğüne dönüşüyor. Bu hafta Ankaralıların, bozkırın orta yerinde sahil havası alabilmelerine olanak tanıyan Başkent’in balık mekanlarından birini ziyaret ettim.

Ciğerci Aydın'da güneyin lezzet şişi

Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana ve Mersin’de tadına bakılan ciğer şişlerin arasında hangisinin en iyisi olduğuna karar vermek güçtür. Yörenin eti, baharatı ve kebap konusundaki birikimi, ciğer şişi muhteşem bir ziyafete dönüştürür. Tazelik konusunda hassas bünyeler ciğerin tüketim saatine de dikkat eder. Sabahın erken saatlerinde şişlere dizilmeye başlanan taze ciğer, müdavimlere hitap eder. Kuzu ciğeri ve yağların sıra sıra dizildiği şişler, mangalda dumanlanması, ziyafetin ilk işaretidir. Türkiye’nin güney illerinde sabahın ilk saatlerinde başlayıp, gece yarısına dek süren ciğer ritüelinin Ankara’daki ilk servisi öğle saatlerinde başlıyor. Bu hafta Mersin’in ciğer geleneğini yıllar önce Ankara’ya taşıyan bir mekanı ziyaret ettim. 

Yelken Balık Seyfi - Bozkıra açılan lezzet yelkeni


Lezzetli meze ve ara sıcaklarla tüm bünyeleri, yeme-içmeye karşı savunmasız bırakan balık restoranları, sezon itibarıyla altın dönemini yaşıyor. Türkiye’nin üç bir yanındaki sahillerden Başkent’e ulaşan taze deniz mahsulleri, usta ellerde karşı konulamaz tatlara dönüşüyor. Meze ve ara sıcaklara odaklanan mekanlarda, ana yemeğe ulaşamadan tıka basa doymamak elde değil. Özellikle ara sıcak menüsünde klasik olanın dışına çıkan mekanlar, kalori dolu saatler yaşatabiliyor. İç Anadolu’nun orta yerinde taze deniz mahsullerini, sıradışı reçetelerle sofraya sunan restoranlar bulabilmek büyük nimet... Balığı, iskender kebap ile birlikte düşünebilir misiniz? Hele yoğurt ve deniz mahsulleri konusunda benim gibi evham sahibi biriyseniz, menüden bu ürünü seçme konusunda uzun uzun düşünmeniz gerekebilir. Öte yandan menüsüne balık iskender ekleyebilen bir restoranın, bu cesur davranışı yabana atılmamalı. Bu hafta meze ve ara sıcak konusunda Başkent için “sıradışı” sayılabilecek denemelere imza atan bir balık restoranını ziyaret ettim.

Kokoreççi Zakir - Kuzu fırına girdi


Avrupa Birliği konusu Türkiye’nin gündemine geldikçe ortaya çıkan “yasaklanacak yiyecekler” listesinin başında kokoreç bulunur. Birliğin kendi içinde satışına izin vermediği kokoreci, Avrupa başkentlerinden biri olan Londra’da defalarca yemiş biri olarak, bu yasağın uygulanabilir olmadığını düşünüyorum. Hele Türkiye’nin kokoreçten vazgeçmesinin imkansız olduğu kanaatindeyim. Sevenleri ve nefret edenlerini keskin bir şekilde ikiye ayıran kokorecin tüketimi Ankara’da bir ritüel olarak görülüyor. Gece karnı acıkan Başkentliler, servisi akşam saatlerinde başlayan bağırsak menşeli yiyecek için kilometrelerce uzağa gidebiliyor. Formuna dikkat edenlerin iki çeyrekle yarımı bulduğu, “koyver gitsin”cilerin ise iki yarımdan sonra uykularını kaçıran kokorecin başarısını belirleyen bir çok kriter var. Bağırsağın elde edildiği hayvan, şişe dizilene kadar geçirdiği süreç, pişirilme yöntemi ve serviste kullanılan baharat karması dikkat edilmesi gereken hususlar arasında yer alıyor.